Daha önce hiç düşündünüz mü, neye göre seçeriz biz? Hayatımızın her anı bize yeni yeni tercih (ve dolayısıyla da vazgeçiş) matrisleri sunarken ve biz yaptığımız her tercihle başka tercih kapılarını kapatıp bambaşka tercih kapılarına yaklaştığımız süreçte neyle seçeriz? 6 milyar insanın tercihleri doğrultusunda birbirinden farklı hayatlara doğru kayıp gittiği bir dünyada bu kritik tercihlerimize karar veren nedir? Modern psikolojinin dediğine göre bu matriste bizi etkileyenler geçmiş tecrübeler, gelecekle ilgili endişeler, başkalarının ne yaptığı, bilgilerimiz, genlerimiz, özgür irademiz olduğu kadar önemli bir “x” daha vardır. Denklemdeki bu ne olacağı belirsiz x’in adı “duygu”lardır.
Duygular, yapısı itibarıyla sıvı bir alaşım gibidir Özellikle grup içinde bu alaşım herkesin ayaklarının içinde olduğu geniş bir duygu havuzu misalini alır. Hatta TV, gazete bu havuzu genişlettikçe genişletmiştir. Adeta tüm ülkenin duyguları aynı suyun kimyasına göre akort edilir. Herkes bu havuza kendinden bir şey katar ve toplum psikolojisi dediğimiz şey çoğu zaman böyle oluşur.
Örneğin 10 kişilik bir grup içinde olduğunuzu farz edin. Duyguların soyutluğuna ve dokunulmazlığına rağmen ortamın duygusal nabzı adeta bir matematik denklemi kadar nettir. Herkes güne başlayışından hayatının o döneminde yaşadığı sıkıntılara, söz konusu mekâna gelene kadarki trafiğe kadar her şeyin etkisiyle kendine has bir “duygudurum” sahibi olur. Bu duygudurum hali “+” ve “-” düzlemde kendince bir yer tutar. Herkesin ortamın duygu havuzuna attığı bu rakamların ortalaması da ortamın “duygusal nabzı”nı temsil eder. Grubun ortalaması kendi duygudurumundan yüksek olan kişiler ortamı yukarıya doğru birkaç basamak artmış bir pozitiflik içinde terk ederken, ortalamanın üstündekiler de karamsarlığa doğru birkaç adım indikten sonra günlerine devam edeceklerdir.
Yapılan bir deney bu konuda bizi doğrulamaktadır. Deneye başlamadan önce 2 deneğe o anki “duygudurum”larını tespit için bir anket uygulanmıştır. Daha sonra bir süre bir odada yalnız bırakılan deneklere deney sonunda bir anket daha uygulanmış ve ikisinin de duygularının birbirinden etkilendiği ve birbirilerini aşağıya veya yukarıya çektikleri, yani birbirlerinin ortalamasına yaklaştıkları görülmüştür.
Duygu Dominantları
İşte birlikte yaşadığımız ve içine girdiğimiz gruplar içinde paylaştığımız bu duygudurum havuzlarına bazıları herkesten daha fazla etki eder. Söz konusu bazılarının duyguları etrafındakilerden daha fazla ortama artı veya eksi yönde tesir eder. Biz bu profildeki kişilere “dominant” deriz. Bu duygu dominantları sizin duygularınız üzerinde herhangi birinden daha tesirlidirler. Bu onların doğal yeteneğidir. Ve bu bir lider özelliğidir. Toplumlara şekil vermiş karakterlerin ortak noktasına baktığınız zaman her şeyden çok duygu dominantlıklarının parladığını görürsünüz. İşte son zamanlarda iyiden iyiye yüksek sesle ifade edilmeye başlanan “duygusal zeka” dedikleri şey de bu kişilerin bu yöndeki dominantlıklarını ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.
Birkaç Duygusal Zeka Figürü
Çok uzağa gitmeyin, dönüp okul hayatınızı hatırlayın. Sınıf içinde resmî hiçbir statüsü olmamasına karşın herkesten daha fazla sözü geçen, adeta gizli bir konsensusla lider seçilmiş birileri yok muydu? Peki artısı neydi onların; zekası mı, başarısı mı, güzelliği mi? Cevap insanların duygularını etkileyebilme ve bu sayede de onları yönetebilme kabiliyeti dedikleri
duygusal zekâlarında saklı.
“Size ölmenizi emrediyorum.” diyen Mustafa Kemal, sizce bir duygusal zekâ yıldızı değilse nedir? Bu cümlenin şuuraltı profiline dikkat edin, nereye dokunmaktadır? Karar mekanizmasının sihirli eline, duygulara dokunmaktadır. Ya da Hiroşima’ya düşen atom bombasından sonra harakiri yapan halkına hitap eden Japon kralının halkına yaptığı çağ değiştirici hitabını hatırlayalım: “önümüzde iki seçenek var. Biri harakiri yapmak ki buna karar verirseniz ben de size katılacağım. Diğeri; askerî gücüne yenildiğimiz ABD’yi ekonomik platformda yenmektir.” Bu duygusal etkinin, kitleleri hedefe kilitlemenin tesir gücünü Japon halkında bugün bile görüyor değil miyiz?
Ya da gelin günlük hayatımıza bakalım ve TV’leri açalım. Arkalarındaki duygu yöneticilerini takdir etmemek mümkün mü? Programlara bakın; iki önemli duygumuzu (şiddet ve cinsellik) katıp önüne gitmeye çalışmıyor mu? Kadın programlarını hatırlayın, Sabah Sabah Seda Sayan, Serap Ezgü, vb., konuk ettikleri mağdurlara karşı içimizde titreşen yüksek duygu nabzının üstüne basarak reyting adındaki kutsal ütopya(!)ya ulaşmıyorlar mı?
Veya maçlar. Sadece 22 kişinin bir yuvarlak nesneyi iki direk arasından geçirmesiyse mesele, nedir bu kadar kopan fırtınalar, yorumlar, 70 bin kişilik statlar! Sahada dönen meşin yuvarlaktan başka grup psikolojisi, karşı grubu ezme, yücelme ve de buna bağlı şiddet duyguları olamaz mı?
Görünen o ki ruhunuza sızma kabiliyetleriyle meşhur olan duygusal zekâsı parlak kişilerin tarih sahnesinde çizdikleri figürleri daha çok seyredeceğiz. Hatta seyretmekle kalmayacak, bize verdikleri rolü en güzel şekilde oynayacağız.