Psikanalitik Psikoterapiler


     Psikanaliz, S. Freud’un insan psikolojisinin oluşumunu anlamayı hedefleyerek kurduğu bir kuramdır. Temelleri 20. Yüzyılın başlarına dayanır. Kelime anlamı ruhsallığın çözümlenmesi demektir. İnsanın ruhsal yapısını oluşturan düşünce, duygu ve davranışlar yalnızca bilinçli bir temele dayandırılamazlar. Psikanaliz, bunların insanın bilinçaltında kalan çatışmalı, sansüre maruz kalan arzularla açıklanabileceğini savunur. Tabii S. Freud’den bu yana birçok ruh sağlığı uzmanı ve düşünür psikanalizle yakından ilgilenmiş ve kuramı yeniden şekillendirmiştir. Her dönemin sanatçıları ve sanat akımları da, özellikle yetmişli yıllarda psikanalizden ilham almıştır. Çeşitli yanlış anlama ve uygulamalar psikanalizi birçok eleştirinin hedefi haline getirse de psikanaliz sadece bir düşünce sistemine indirgenemez çünkü aynı zamanda bir sağaltım tekniğidir. Ülkemizde ise psikanalizin gelişi ve ona artan ilginin geçen yüzyılın son çeyreğinden günümüze uzandığını söyleyebiliriz.

    Klasik psikanaliz özel bir yöntemi olan, psikoterapiye göre farklı kurallar ve tekniğe dayanan yoğun bir çalışmadır. Temel amacı bilinçaltının özgürce ifade bulmasıdır. Böylece, kişinin iç dünyasındaki gerilim yaratan karmaşa ve çatışmaların günışığına çıkacağı, çözüme kavuşacağı düşünülür. Bu da serbest çağrışım denen spontane bir konuşmayla mümkün olur. Psikanalitik yönelimli psikoterapide ise psikanalizin ilkeleri temel alınır ancak yöntem ve kuralları daha esnek tutulur. Terapist uzun süreli teorik ve pratik bir eğitimden geçerek uzmanlık almak koşuluyla bu yöntemi uygulayabilir.

    Psikanalitik yönelimli psikoterapinin genel amacı kişinin şikâyetinin farkına varmadığı sebeplerini ve kökenlerini anlayabilmesidir. Ayrıca geçmişte yaşadıklarıyla olan bağlantısını kurabilmesidir. Böylelikle kişi hem şikâyetlerine farklı bir yerden, farklı bir bakış açısıyla bakabilecek, hem de şikâyetiyle başa çıkma yolarını bulacaktır. Burada en önemli nokta terapist-danışan ilişkisidir. Buna aktarım denir. Aktarım terapisti klasik bir danışmandan farklı kılan en önemli unsurdur. Terapistin özel bir teknikten yola çıkarak yaptığı sözel yorumlar hem kişiye hem de sorunlarına ulaşmasını sağlar. Öneride bulunmaktan, telkin etmekten çok danışanın kendi yolunu bulmasını amaçlar.

    Terapi sürecinde kişinin öyküsü, yaşantıları, aile ve sosyal çevresiyle kurduğu ilişki biçimleri ele alınır. En önemlisi bu ilişki biçimlerinde, kişinin yaşadığı içsel karmaşa ve çatışma yaratan duygu ve düşünceler çalışılır. Terapist bilinçaltında kalan arzu ve kaygıların şikâyetiyle olan bağlantılarını kurar. Böylelikle kişinin sorunuyla ilgili farkına varmadığı gerçeklikleri anlamak ve yeniden yapılandırmak mümkün olur. Bu bir süreçtir ve aktarım sayesinde gerçekleşir. Terapist-danışan ilişkisi dediğimiz aktarım ilişkisinde danışan, olumlu ve/veya olumsuz duygu ve düşüncelerini terapiste yansıtır. Bu sayede de terapistin ona ulaşmasını ve onu tedavi etmesini mümkün kılar. Yapılan tedavi anormal bir durumun normalleştirilmesinden çok, bu durumun konuşulması ve anlama kavuşmasıyla gerçekleşir. Bu bağlamda, psikanalitik teknik bilimsel olduğu kadar da kişiye özel kalır ve ona yakın durur.

    Terapi süresi ve görüşme sıklığı, her terapi yönteminde olduğu gibi yaşanılan psikolojik sorununun aciliyet boyutuna ve yapısına göre ayarlanır. Bu süreç danışanla konuşularak yapılan bir anlaşma doğrultusunda belirlenir. Haftalık görüşmeler düzenlenir ve sıklığı bir ila üç defa arasında değişkenlik gösterir. Bu sıklığı sağlamak terapist-danışan ilişkisinin kurulabilmesini sağlar. Terapistin kişinin hayatında bir yer ve bir rol edinebilmesi böylelikle mümkün olur. Sorunu kapsamlı bir biçimde ele almayı ve tedavi sürecinin ilerlemesini çabuklaştırır.

    Terapi süreci uzun solukludur. Bu süre bir veya birkaç yılı bulabilir. Ancak sağlanan değişim ve tedavi, danışanın sürece sadık kalması koşuluyla kökten ve yerleşik olacaktır. Kişinin kendisini tanıması, psikolojik yapısını anlaması, bireyleşebilmesi demek, tedavinin amacına ulaşması demektir. Tedavi sürecinin sonlandırılması, gelinen noktadan yola çıkılarak danışan ve terapistin konuşarak birlikte karar vermesiyle gerçekleşir. Her süreç kişiye özeldir. Terapist de her defasında yaklaşımını kişiye adapte etmek durumundadır. Tedavinin sona ermesi de yine bu biçimde olmalıdır. Çalışmanın sonu, kişinin yaşadığı bir “iyi olma durumu”nun, “kendini iyi hissetme”nin yanında ve ondan daha önemli olarak kendisini yeterli ölçüde anlayabilmesi, bireyleşebilmesiyle gelir. Danışan artık farklı bir yerde durmaktadır: “sorun” artık çalışılmış bir deneyimdir, hayatını istila eden bir “sıkıntı” değil, kendi gerçekliğiyle ilgili bir işaret olmuştur yalnızca.


Tüm Makaleler